igor, joshua ve ibrahim. yoldaş joshua ile yıllardır tanışıyoruz, belki sizlere de bahsetmişimdir; albino hastası olan irlandalı bir zenci. muhayyel değil, gayet reel ve oldukça samimi bir kahraman. igor ile birkaç haftadır tanışıyoruz, kafa dengi bir dert müptelası. 19. yy rus edebiyatının ülkemizdeki ülkemizdeki yegane temsilcisi. hem hafız çehov'un hem de hacı dostoyevski'nin akrabası. evet, o da bir simsar karamsar. aksileşince, ben onu woody allen'ın nevrotik tiplemelerine benzetiyorum(1). çok şikayet etmesine ve mutsuzluk sendromlarına pek sık kapılmasına rağmen, hani bilardoda derler ya, hayatı "ince görüyor." etrafında akan ayrıntıları muntazam takip ediyor, bu yüzden keyifli olduğu zamanlarda yaşamaktan ram almasını biliyor. neyse size igor hakkında anlatacak onlarca hikayem olacak, mevzu şimdi bu değil.
igor, joshua ve ibrahim. taksim'deyiz, gece patlamış. başarısız kamikaze(2) denemelerinden sonra ücra bir meyhanedeyiz. küfrün bini bir para hayat eleştirilerinden sonra, yaşlı karılar gibi şikayet etme faslına geçiyoruz. öfkemizi yırtıcı ses tonuyla kafi miktarda dillendirtikten sonra, sinip köşelerimize çekiliyoruz. igor can sıkıntısından önündeki mezeyi çatallayıp lime lime etmekle meşgul, joshua manasız bakışlarla etrafı süzüyor ama artık masada olmadığı belli. o an akıllarından ne geçiyor çok merak ediyorum. akıllarından geçenleri, bakışlarından yakalamak için bir an göz göze gelmeyi bekliyorum. sonra ben de sıkılıyorum, vazgeçiyorum. ne düşündüklerini alenen sormak istemiyorum; bu soru hem beni küçük düşürür ve masada eğlence konusu haline getirir, hem de eminim kısa sürede susmak bilmezler. o an ihtiyacım olan tek şey müdehalesiz, ırzına geçilmemiş, sessiz bir zaman dilimi. rakı'ya ufak dudak darbeleri atıyorum, onlardan gözlerimi kaçırmak için masanın kenarındaki çivilere odaklanıyorum. igor, dokusunda heyecan sezilen bir soru cümlesi ile sessizliği bozuyor, "üstad, şu garson selim ışık'a benzemiyor mu? (3)" klişeleşmiş selim ışık benzetmesi. tutunamayanlar'a fena halde kendini kaptırmış igor'un mükererrer palavrası. bu palavrayı, ahmak bir üslupla her defasında bize inandırmaya çalışıyor. joshua'dan "o daha çok nuh tufan'a benziyor (4)" çıkışını bekliyorum, selim ışık benzetmelerine sektirmeden her defasında bu cevabı verir joshua. bu çıkışlardan sonra top önüme doğru yuvaranırken gelişine voleyi asılırım, "esas hallac bakışları var onda, hafız (5)" selim ışık'tan pek de rahatsız olmayan joshua her defasında bana yüklenir, "ne ulan bu hallac sevdası, darül harb'te mi yaşıyorsun hayvan herif." bu haksız çıkışın karşısında durmak için ben de peltek bir dille ebleh ebleh anlatmaya çalışırım. tartışma her defasında şeyhime gelince kilitlenir. bahsettiklerimden zerre miktar korkmayan joshua, şeyhimin buz mavisi, durgun ve derin bakışlarından çok çekinir. fakat bu gece öyle olmadı. joshua'nın da benim de gelen topu göğsümüzde yumşatıp birbirimize şut çekecek halimiz yoktu. huzurlu sessizliğin içinde rakı'ya ufak dudak darbeleri atmaya devam ettim, sessizlikte keyfim yerine geldi, birkaç meze söyledim kendime. neden sonra "guantanoma'da hadise bildiğiniz gibi değil, beyler, ben biraz filistin bağlamında düşünüyorum." dikkatleri üzerine çekmekten narsist bir keyif alan joshua devam etti. foucaldian ve agambenci perspektiler getirdi içki masasına. olağanüstü hal ve şiddet üzerine nutkunu yarımlanmış bakışlarla dinliyordum, keza cevap veresim yoktu. ne foucault ne de agamben'le ahbaplığı bulunmayan igor, sırf tartışmayı alevlendirmek ve hakikatinde muhalefet edecek bir argüman bulmak için joshua'yı dikkatle dinliyordu. "gündelik iktidar mücadeleleri"ni içki masasında bırakıp helaya gittim. garsonun yanından geçerken, bir an adamı selim ışık'a benzettim. yoksa igor bu kez tutturmuş muydu?
heladan döndüğümde hesap kapanmıştı, elimi cebime atmamı bekleyen bakışları vardı igor'un; belli ki mütevazi bir katkı bekliyordu. cüzdanıma doğru hareketlendiğimi farkeden joshua, beklediğim babacan tavrıyla, sok onu cebine, dedi, ayıpsın. üstelemedim, nitekim gönlüm üstelemeye razı olsa da cebim el vermiyordu. patlamış gece ritüeli olarak bol midye ve birer yarım kokoreç yedik. minibüse binmek yerine taşkışla'dan salınarak beşiktaş'a yürüdük. bu gece, patlamış her gece olduğu gibi yürümek istiyorduk. balık pazar'ına ulaştığımızda saat beşi bulmuştu. günün ve gecenin en kör saati demekti bu. geceden kalanlar evlerine sığınmış uykunun dibine vurmuş, sabah işi gücü olanlar ise henüz ayaklanmamıştı. araf'ın üç kutbu geceye savrulmuştuk, fakat yönler belliydi, joshua new york'u, igor ise paris ile saintpetersburg arasında bir yeri gösteriyordu, bense çoktan kudüs semalarına doğru işaret fişeği atmıştım. gecenin saat beşini ancak tanıyanlar bilirler, ilk önce martılar geçer, sonra ekmek ve simit fırınları açılır, nihayet vapur sesi duyulur. artık sabah olmuştur.
sürüne sürüne yeni taşındığımız fakat kendisi pek de yeni olmayan apartmana ulaştığımızda gece sabaha ermişti. biz kapıdayken yağmur yağmaya başladı. üçümüz de gökyüzüne çevirdik yüzlerimizi. joshua'nın yüzünde güller açmıştı, igor "ruhlarımız temizlensin, üstad" dedi, "rahmet yağıyor, hafız" dedim. bana dönüp sevimsizce baktılar. sonra, gözlerimizi kapadık, tekrar geceyi beklemeye başladık.
Notlar:
(1) son dönem örneklerinden biri için bkz. larry david, whatever works
(2) aslen, ikinci dünya harbinde, intihar bombacılarına verilen ad. bağlamsal kullanım, vücutta yeterli alkol salınımı tamamlandıktan sonra ortamdaki (olay uzmanları tarafından bilinen belli mekanlar, beyoğlu'nun kadirşinas alemleri) güzel kadına yazılma eylemi. kafi miktar bakışmadan sonra, çarpıcı ve etkileyici bir söz öbeği ile perde açılır. olay uzmanları tarafından yapılan incelemelerde, başarı oranı ancak 10-15% olarak belirlenmiştir. ayrıca bkz. timsahlık ve goygoyculuk
(3) içgüdüleri gelişmemiş, çıkarlarını pek düşünmeyen bir canlı örneği olarak selim ışık, bkz. oğuz atay, tutunamayanlar
(4) vaktiyle mermilerin gazabına uğramış, malulen emekli, albino bir dubör, bkz. murat menteş, dublörün dilemması
(5) yeni başlayanlar için hallac: öğrenciydi, bir kıza aşıktı ve aynı zamanda bir senaryo üzerine çalışıyordu, bkz. ah muhsin ünlü, gidiyorum bu.