geceye besmele. saat dokuz. ağır aksak taksime çıkıyorum. yol yokuş can arkadaşım ferru, beyoğlu'nda sahneye çıkacak, metal nağmeleri ile kafamı dövecek, yola çıkmadan birkaç bira yuvarlamışım, kafam kıyak. beşiktaş çarşı'nın ortasına geldiğimde tek kişilik şahane bir gösteriye şahit oluyorum. hafız olala: hayal, rüya ve sinema arasında mesafeler birer adım. o çocuk sanki hep oradaydı, bir mağaza açılışından apardığı onlarca balon arkasında sürükleniyor, çürük ve eksik dişleri ilahi dekorun bir parçası, koşarken sürekli gülümsüyor. beni rahatsız eden bir mutluluk haline bürünüyorum. sokağa çıkarken cebime elma atmayı ortaköy sahilinde tanıştığım dünyanın en arsız berduş insanı ihsan'dan öğrendim - birgün cebinden rakıya meze böreklerini çıkarınca aklım gitmişti- yürürken soluk arası verip elmayı dişliyorum. acaba bu sahneden neden bir parça rahatsız oldum hafız, kem gözlere gece düşkün. elmayı tekrar tekrar dişliyorum.
içimde tezle ilgilenmemenin, tez yazamamanın verdiği, birkaç aydır iyice aşina olduğum huzursuzluk. bugün hiç çalışmamış olmam aklıma düşüyor, bu defa elmayı hırsla dişliyorum.
dolmuş yolcuları tepebaşı'na kusuyor. beyoğlu'na doğru yürüyorum. konserin başlamasına epey var, ama oturup birkaç bira daha yuvarlamak istemiyorum, hala kafam kıyak hafız. tatlı sarhoşluğumla mephisto'ya yollanıyorum. roman raflarını birkaç tavaf edip, şiir reyonuna düşüyorum. elime aldığım kitap ile rüya perdesine bir görüntü daha düşüyor, sonra şiir açılıyor: aşkın elif hali, murat çelik yazmış. çelik'le aynı sıralar, çelik'ten habersiz aynı başlığı kullandığım zamanlara dönüyorum. üç dört sene evveli. içimde yine rahatsız edici bir mutluluk, nitekim geç de olsa bu şiirle tanıştığıma memnun oluyorum bayım: "aşkın elif halinde eliften habersiz kendime ordular biçiminde lâl olmuş haller içindeyim."
durak'ın kapısında ferru, burak ve serkan var. geceyi parlatmanın şerefine bir bira daha o zaman. ferru sahnede. beklentilerimin aksine, kafamı döven ritimlerini çok seviyorum. oysa metal'le uzaktan da olsa bir akrabalığımın olmadığını herkes bilir. ama bu defa tamamdır, seviyorum. hançerli poetika diyorum hafız, ferru sahnede hançerle şiir yazıyor geceye. şeyhimin kulağına gitmesin ama bir de güzel headbang bağlıyorum. az kalan aklım iyice gitmiş.
uzun zamandır görmediğim bir dosta rastladığım zaman sanki başka bir gerçekliğe geçer gibi oluyorum demişti, yazan kişi geçenlerde. durak bar'dan çıkmışım, sırayla epeydir görmediğim iki arkadaşa rastlıyorum. yazan kişiye hak veriyorum, başka gerçekliklerden transit geçiyorum. birkaç bildik cümleyle, muhabbetten tasarruf edip kaçıyorum. belki de son birkaç saat içerisinde darbeli ritme müptela olmuş kulağım yüzündendir ya da belki kafam hala kıyak, bilemiyorum. lafı fazla uzatmaya gerek yok, yola koyuluyorum.
seferlerimizdeki az yoğunluktan ötürü siz değerli yolcularımızdan özür diliyoruz; dolmuş beni kusmadan ben kendimi dolmuştan atıyorum. melankoli bir semt adı değildir. eve yollanmadan evvel, beşiktaş sahilde ufak bir yürüyüş yapıyorum. ölmüşlerin önüne varsın kabilinden birkaç midye yiyorum. keyfim az yerine geliyor. eve giderken tez sıkıntısına uğruyorum yine, nasıl bitecek lan bu tez, hiç bilmiyorum, sanki baban yazacak hayvan herif, afedersin sevgili okuyucu, ama otur yaz işte di mi? ne gerek var bu kadar uzatmaya?
saat neredeyse gece yarısını bulmuş. rüya, hayal ve sinema arasında yine birer adım mesafe var, olala hafız. ama film bitmiş işte. çarşı'nın ortasında yine aynı çocuk, arkasında sürüklediği balonların hepsi patlamış. sürtünmekten olmalı. çocuk artık koşmuyor, çocuk artık gülmüyor. nedense bu görüntü içime kıymık gibi batıyor. kem gözüne gece düşmeli hafız. üstelik beni evde kimse beklemiyor. yatmadan evvel bir elma daha dişliyorum.