10 Ekim 2010 Pazar

not.

zamanın bıçak gibi kesildiği anlar var. bütün koşturmalarımın çabalamalarımın tutunmaya çalışmalarımın boşa çıktığı anlar. elimde olmayan anlar, herşeyin anlamsızlaştığı anlar. işte, bu anlarda, deli gibi korktuklarım çekindiklerim yüzleşmekten fellik fellik kaçındıklarım, gelip yakama yapışıyorlar.

on yıl önce ailemin yanından ayrıldım. yatılı okul lise üniversite yüksek lisans derken, on yıl olmuş. çoğu zaman bunu kendime bile söylemekten çekinirim: ailemi özlüyorum. özlediğim anlar canıma batıyor, tenime batıyor.

ilk zamanlar, hep merak ederdim, acaba şimdi ne yapıyorlardır, diye. 'bizim ev'e bu akşam misafir gelmiş midir, amcamlar mı yoksa halamlar mı acaba; babam hangi koltukta tatlı horlama seansına geçmiştir geceye doğru, annem günün son bulaşığını mı yıkıyordur bu saatlerde; hangi kanalda takılı kalmıştır televizyon. bu soruları sorarken, kendimi 'bizim ev'de buluverirdim, televizyonu sağ taraftan karşısına alan açık kahve koltukta. bir yandan babamın tatlı horlaması, bir yandan annemin tıngır mıngır bulaşık sesleri, hafif şikayet halinde televizyon izliyorum.

sonra işte, bizim ev, dilime uzak dilime yakışmayan iki kelimeye dönüştü. ancak tatillerde, ancak ziyaret edebildiğim babaevi, anneevi oldu zaman içerisinde. sonrası tamamen misafir ziyaretleri, eskişehir'de sayılı günler saatler.

bak bak kuş uçuyor, bugün babamdan haber aldım, endişeleniyorum.