Ali Mendillioğlu Esenyurt'ta kot taşlama işçileriyle görüşmüş, ölümlerini ve ölümden beter çalışma koşullarını yazmış. Okurken, aklıma bir mesele takıldı: Kot taşlama işçileri bir ara epey gündemdeydi. Daha doğrusu, kot taşlama işçilerinin mücadelesine destek verenler, omuz verenler, bu konuyu gündeme taşımışlardı. Eminim mücadeleyi sürdürenler hala vardır, fakat kot taşlama işçileri gündemden neden düştü, nasıl hemen unutuverdik. Bugün hayatiyet arz eden, devrimci mücadelelerle çok geçici ilişkiler kuruyormuşuz gibi geliyor bana. Sanki bir vicdan oyunu (belki ağır olacak ama, bunun marjında bir de vicdan fetişizmi var, şefkatin ve diğer duyguların metalaşmasının en sarih hali) var ortalıkta; bir gün bir mağdurla, öbür gün başka bir mağdurla "empati" kuruyoruz, sonra yolumuza bakıyoruz, yani neticede "kendi gündelik hayatlarımıza dönüp" mücadeleleri unutuyoruz.
Kot taşlama işinde çalışan işçiler içerisinde ilk slikozis hastalığı tanısı 2005 yılında konuldu. O günden bu yana resmi kayıtlara göre 50 kot taşlama işçisi hayatını yitirirken, çoğu solunum cihazlarına bağlı 600 işçi de ölüm sırasının kendilerine gelmesini bekliyor. Meslek odaları, sivil toplum örgütleri koşulların iyileştirilmesi için mücadele ediyor, medya sorunu kamuoyuna taşıyor, mecliste yasa teklifleri veriliyor, ancak kot taşlama işçilerinin hayatlarında değişen hiçbirşey olmuyor.
Esenyurt’ta bir kot taşlama fabrikasının konuğuyuz. 150 civarında irili ufaklı fabrikanın olduğu bu bölgede kot işinde çalışan işçilerin neredeyse tamamı akrabalık ilişkileri ile doğudan gelen insanlar. Bununla birlikte sayısı hiç de azımsanmayacak oranda Azeri ve Gürcü kaçak işçi de bu bölgede kendisine bir istihdam alanı bulmuş durumda.
Ne kadar çok insan istihdam fazlası duruma düşerse işgücü o kadar azalıyor, kapitalizm o kadar vahşileşiyor. Güvencesiz, asgari ücretle günde 12 saat çalışıyor kot taşlama işçileri. Tabi buna mesaileri eklemiyoruz. Hepsinden öte maruz kaldıkları kimyasallar ya ölüm ya da geri dönüşü olmayan ölümcül hastalıklara yol açıyor. Ayda 700-800 lira kazanabilmek, sadece karınlarını doyurabilmek için ölüme bile bile lades demeye devam ediyor kot taşlama işçileri.
‘Ne iş olursa olsun farketmez aylık 700 liraya her işte çalışabilirim’ diyor, Ahmet. Ardından çevreleri olmadığını başka bir iş bulamadıklarını belirtiyor. Kot taşlama işini ise akrabalık ilişkileri ile buluyorlar. Bu işten vazgeçememelerinin bir diğer nedeni ise patronların kalacak yer vermesi. Kalacak yer denilince aklınıza bir daire falan gelmesin. Fabrika içinde, tuvaleti, banyosu, mutfağı olmayan on kişinin ancak sıkış sıkış yatabileceği büyüklükte bir oda...
Gözüm battaniyeye sıkı sıkı sarılmış bir vaziyette uyumaya çalışan Yusuf’a takılıyor. Ne kadar süredir hasta yattığını soruyorum;
Mehmet: Bir haftadır .
Hastaneye götürdünüz mü?
Mehmet: Geçen sefer başka bir arkadaşımız hasta düşmüştü, adı Salih. Yanımda çalışan bir arkadaş vardı. O gitti patrona söyledi, eleman rahatsız eve götürelim, diye. Patron, ‘olmaz’ diye. ‘Niye olmaz?’ dedik, ‘İşte, olmaz’ dedi. ‘Bir iki hafta yatsın, iyileşinceye kadar yatsın.’ Maksat hastaneye götürmeyelim. Hastaneye gittiği zaman teşhis konulmasından korkuyorlar. Şu kadar yıkama yeri var, kaç kişi hastalandı bir kere denetime gelindiğini görmedim burda.
Yusuf: Bir haftadır yatıyorum. Patron biliyor. İşine geliyorsa çalışırsın, diyor işine gelmedi kapı ordadır. Haftada 84 saat çalışıyoruz. Mesai olmasa bile 12 saat çalışıyoruz. Ben kendim 2 yıldır burdayım.
Çok sayıda hastalanan oluyor mu?
Yusuf: Bu şartlar altında insan hasta oluyorsa normal değil midir? Daha önce yıkama bölümünde çalıştım. Daha sonra geri çıktım. Çıkma nedenim de 15-16 yaşında bir çocuk, ‘sıkma’ derler ufak bir makina var, çocuk orda hayatını kaybetti. Bu sitedeki bütün patronlar fabrika sahipleri bundan haberdar. Ondan sonra kazan patlaması oldu. Çoğu yerde doğal gaz yok kömür kazanı var. Oradakilere de senin benim gibi bir insan bakıyor. Bu kazan da patladı. Bunu kendim gördüm. Kazancı parça parça oldu. Kazanın parçalarını gelip polisler götürdüler. Hiçbirşey olmadı. Asansör boşluğunda da bir kardeşimiz öldü. Üçüncü kattan düştü. Söylemek istediğim şey bu siteye girdiğinde kurtuluş yoktur. Başına bir şey gelir, gelmese de sağlığından olur. Bu hasta halimle mecbur gittim çalıştım. Bizim bir usta var, konuştum ‘hastayım’ dedim. Yeni işe girdim şu ana kadar çalışmıyordum. Üzerimde fazla para yoktu, insanlık hali olmayabilir. Ustadan 50 lira istedim. Bir hastaneye gideyim bir sağlık ocağına görüneyim, dedim. Adam vermedi. ‘Yoktur’ dedi, ‘tamam’ dedim patronun yanına gittim. Ondan istedim, o da ‘yoktur’ dedi. Böyle bir şey var mı? Adama ‘Abi hastayım çalışamıyorum dinlenmem lazım’ diyorum, ‘İşine geldiyse işine gelmediyse kapı orda sana iş bana eleman çok’ diyor.
Geçenlerde gittim makinenin motorunu gösterdim. Abi bende bu motor yok ben insanım diyorum. En zor şartlar altında çalışıyorum. Aşağıda kurutma derler bölüm olarak aşağıdan ıslak olan kotları yukarıda makinalarda kurutuyorum. Aşağıdan o kadar kimyasal maddesi kullanıyorlar ki ben ikinci katta rahatsız oluyorum. Ama en kötüsü hipo’dur. Hipo kullanıldı mı ben ikinci kat değil bir üst katım bizim fabrika 3 kattır. En üstteki kimya bölümü işi bırakıyor.
Burada kaldığımız arkadaşların içinde bir tek benden büyük abi var diğerlerinin yaşı benden küçük yaşım 24. Herkese söylemişimdir: Git, git çöpçü ol, bu kot işinden iyidir. Ama işte insan bulaştı mı çıkması zor oluyor.
Kotun taşlanıp giyime hazır hale gelene kadar en tehlikeli aşaması hangisidir?
Yusuf: Kimya bölümü. Normal bir pantolona baktığında dizlerinde ne bileyim arka baldırında beyazlık vardır. Onları işte kimya bölümü yapıyor. O ilacın içindeyiz perolant diyorlar, o çok ağır bölümdür. Bir de yıkama bölümü. Orası da çok ağır. Orada kolay kolay kimse çalışamaz.
Bir haftadır yatıyorsun, bu süre maaşından kesilecek mi?
Yusuf: Kesiyorlar.
Sokağa çıktığında kot giyen birini gördüğünde ne hissediyorsun?
Yusuf: Asıl suç bizim insanlarda. ‘Benim pantolon beyaz olmadı mı, şekil olmadı mı, ben giymek istemiyorum’ diyor. Halbuki bilse insana ne zarar veriyor o pantolonu giymezdi. Ben gördüğümde o kotun nasıl yapıldığını biliyorum. Hangi kimyasallar kullanılmış. Giyen insan da ne kullanıldığını bilse o kotu giymezdi. Ona ‘lütfen kimyasallı, taşlanmış kot giymeyin’ derdim. Belki onun giydiği pantolonda benim ellerimin izi var. Milyonlarca pantolonda benim ellerimin yarası, içime çektiğim kimyasal madde var.