27 Temmuz 2012 Cuma

heyula'ya ikinci mektup: teyzemin kızı

Her nefis ölümü tadacaktır, ama bazıları daha erken.

Hani el kadar diyorlar ya Heyula, hakikaten elim, avucum kadar. Kucağıma almaya kıyamadım, mahmur gözlerine baktım, ufacık ayaklarına, çatık kaşlarına; göğsü hızlı hızlı inip kalkıyordu, onu görünce içim titredi Heyula. Bu bebek bir başka, dedim, ben hiçbir bebeği bu kadar sevmedim. Kaybetmekten korktum daha görür görmez, minnacık bebek, söylemesi zor. Dokuz ay geçti ya, doktorlar sürekli bu bebek yaşamaz dediler, aldırın dediler. Teyzem Allah’ın verdiği canı ancak Allah alır dedi, bu bebek bizim kaderimiz dedi, herkesin imtihanı başka bu dünyada Heyula.

Teyzemin kucağında, görsen inanmazsın, nasıl da küçük, minnacık. Nasıl sarılmış annesine bir görsen Heyula. Teyzem kucağına al dedi, eve geldiğimizde, kucağıma almaktan korktum, ya düşürürsem dedim ya da boynunu incitirsem. Sonra teyzem kucağıma bırakıverdi bebeği, önce korktum ama sonra nasıl sevindim bir bilsen. Annem “bebekler cennet kokar” derdi de inanmazdım, bizim bebeğimiz cennet gibi kokuyordu, Allah’ım o nasıl saf bir koku, içimde baharlar açtı Heyula. Ellerini ayaklarını kokladım bebeğin, misler gibi. Aklım başımdan gitti. Aslında, sana bir şey itiraf edeyim mi Heyula, ben bebeği kucağıma alırken incitmekten çok kaybetmekten korktum, ben kendimi bildim bileli kaybettim, belki kendimi belki onu düşündüm, ben sarılırsam kucağımdan süzülür gider diye korktum.

Nasıl sevdim onu, nasıl sevdim: kirpiklerini kırpıştırmasını, sanki kocaman insanmış gibi gerinmesini, kafasını küçücük ellerinin arasına alışını, süzgün bakışlarını, en çok da kokusunu, nasıl sevdim bir bilsen. Ama sanki yorgun doğdu bizim bebeğimiz, dokuz ay boyunca doktorlarla uğraştı, her kontrolde kötü şeyler söylediler ona, kalbi delik dediler, vakit varken aldırın bu bebeği dediler, dediler de dediler. Daha minnacık bebek be, ne istediniz ondan, ne diye uğraşıp durdunuz onunla… Doktorlara inat, doğmak için savaştı, yaşamak için savaştı, ben onunla, yaşamak inadıyla gurur duydum Heyula. Onu gördüğümde zaten modern tıp bilimine inanmıyordum.

Doğduğunda yoğun bakıma aldılar, sonra “elden ne gelir, bebeğinizi götürün” dediler. Ama biz inandık, yaşayacağına, büyüyeceğine, konuşacağına, yürüyeceğine inandık. Eskişehir’e evimize geldiğinde uykusundan yeni uyanmış, gözlerini zor açtı; annemler yıkadı, minik elbiselerini, eldivenlerini giydirdiler. O artık ailemizin bir ferdi oldu, başköşede. Annemle, babamla, teyzemle, dedemle nasıl konuşuyorsam onunla da öyle konuştum ben Heyula, sen bakma, bebekler aslında ne dersen anlarmış. Bütün aile etrafında pervane, evimize neşe geldi, o gülümsedi ya güller açtı.

Bugün annem aradı, adı güzel kendi güzel bebeğimizi kaybettik dedi, Heyula. Daha altı günlük bebek, altı günlük bir ömür. Yüreğimde kor alevler derlerdi de anlamazdım, benim yüreğimi söktüler, parça pinçik ettiler; içime yangınlar düştü, yandım ben Heyula. Teyzemin kızı, yeğenim bugün öldü. En çok neye üzülüyorum biliyor musun, büyüdüğünü göremedim, biz daha birlikte büyüyecektik, oyunlar oynayacaktık, sohbet edecektik, bir darılıp bir barışacaktık, çokça sarılacaktık. Ben onun kokusunu şimdiden çok özledim Heyula.