Her
nefis ölümü tadacaktır, ama bazıları daha erken.
Hani el kadar diyorlar ya
Heyula, hakikaten elim, avucum kadar. Kucağıma almaya kıyamadım, mahmur
gözlerine baktım, ufacık ayaklarına, çatık kaşlarına; göğsü hızlı hızlı inip
kalkıyordu, onu görünce içim titredi Heyula. Bu bebek bir başka, dedim, ben
hiçbir bebeği bu kadar sevmedim. Kaybetmekten korktum daha görür görmez, minnacık
bebek, söylemesi zor. Dokuz ay geçti ya, doktorlar sürekli bu bebek yaşamaz dediler,
aldırın dediler. Teyzem Allah’ın verdiği canı ancak Allah alır dedi, bu bebek
bizim kaderimiz dedi, herkesin imtihanı başka bu dünyada Heyula.
Teyzemin kucağında, görsen
inanmazsın, nasıl da küçük, minnacık. Nasıl sarılmış annesine bir görsen Heyula.
Teyzem kucağına al dedi, eve geldiğimizde, kucağıma almaktan korktum, ya
düşürürsem dedim ya da boynunu incitirsem. Sonra teyzem kucağıma bırakıverdi
bebeği, önce korktum ama sonra nasıl sevindim bir bilsen. Annem “bebekler
cennet kokar” derdi de inanmazdım, bizim bebeğimiz cennet gibi kokuyordu,
Allah’ım o nasıl saf bir koku, içimde baharlar açtı Heyula. Ellerini ayaklarını
kokladım bebeğin, misler gibi. Aklım başımdan gitti. Aslında, sana bir şey itiraf
edeyim mi Heyula, ben bebeği kucağıma alırken incitmekten çok kaybetmekten
korktum, ben kendimi bildim bileli kaybettim, belki kendimi belki onu düşündüm,
ben sarılırsam kucağımdan süzülür gider diye korktum.
Nasıl sevdim onu, nasıl
sevdim: kirpiklerini kırpıştırmasını, sanki kocaman insanmış gibi gerinmesini,
kafasını küçücük ellerinin arasına alışını, süzgün bakışlarını, en çok da
kokusunu, nasıl sevdim bir bilsen. Ama sanki yorgun doğdu bizim bebeğimiz,
dokuz ay boyunca doktorlarla uğraştı, her kontrolde kötü şeyler söylediler ona,
kalbi delik dediler, vakit varken aldırın bu bebeği dediler, dediler de
dediler. Daha minnacık bebek be, ne istediniz ondan, ne diye uğraşıp durdunuz
onunla… Doktorlara inat, doğmak için savaştı, yaşamak için savaştı, ben onunla,
yaşamak inadıyla gurur duydum Heyula. Onu gördüğümde zaten modern tıp bilimine inanmıyordum.
Doğduğunda yoğun bakıma
aldılar, sonra “elden ne gelir, bebeğinizi götürün” dediler. Ama biz inandık,
yaşayacağına, büyüyeceğine, konuşacağına, yürüyeceğine inandık. Eskişehir’e
evimize geldiğinde uykusundan yeni uyanmış, gözlerini zor açtı; annemler yıkadı,
minik elbiselerini, eldivenlerini giydirdiler. O artık ailemizin bir ferdi
oldu, başköşede. Annemle, babamla, teyzemle, dedemle nasıl konuşuyorsam onunla
da öyle konuştum ben Heyula, sen bakma, bebekler aslında ne dersen anlarmış.
Bütün aile etrafında pervane, evimize neşe geldi, o gülümsedi ya güller açtı.
Bugün annem aradı, adı güzel
kendi güzel bebeğimizi kaybettik dedi, Heyula. Daha altı günlük bebek, altı günlük
bir ömür. Yüreğimde kor alevler derlerdi de anlamazdım, benim yüreğimi
söktüler, parça pinçik ettiler; içime yangınlar düştü, yandım ben Heyula.
Teyzemin kızı, yeğenim bugün öldü. En çok neye üzülüyorum biliyor musun,
büyüdüğünü göremedim, biz daha birlikte büyüyecektik, oyunlar oynayacaktık,
sohbet edecektik, bir darılıp bir barışacaktık, çokça sarılacaktık. Ben onun
kokusunu şimdiden çok özledim Heyula.