20 Aralık 2009 Pazar

gündem oluşturması ümidi ile bir yazı.

“Şu mahalle İnönü, şu mahalle Bayar, şu mahalle Alpdoğan, şu mahalle Atatürk mahallesi falan dediği zaman..halbuki ben unutmak istiyorum, o isimleri duyduğum zaman 38 aklıma geliyor.”
'38 Dersim Belgeseli, Çayan Demirel

“Diyarbakır'da tabelalar artık Kürtçe.”

Pek yakın zamanda, Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nin aldığı kararla “koruma tedbiri” kapsamında internet erişimi engellenen, bazı çalışanları sivil polisler tarafından gözaltına alınan Günlük Gazetesi 24 Kasım 2009 tarihli haberinde, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'nin sınırları içerisinde bulunan köylerin Türkçe isimlerinin yanında Kürtçe isimlerinin de tabelalarda kullanılacağını, yukarıdaki başlıklı haberle duyurmuştu. Diyarbakır İl Genel Meclisi 2007 yılında köylerin Türkçe isimlerinin altına, parantez içinde, eski Kürtçe isimlerinin de yazılması doğrutusunda bir karar almış ve takip eden süreçte bu karar davalık olmuştu. Valilik bu karara karşı çıkmış, İl İdare Mahkemesi de valiliğin yanında yer almıştı. Buna rağmen, Büyükşehir Belediyesi, İl Genel Meclisi'nin kararını cesaretle uygulamaya koydu.

Son dönemde, yer isimleri hususunda yürütülen tartışmaları meseleye aşina olanlar biliyor. Cumhurbaşkanı Gül'ün Norşin açılımı ve kapatılan DTP Milletvekili Şerafettin Halis'in Şubat 2009'da Dersim isminin iadesi mevzunda verdiği yasa teklifi, kültürel asimilasyon politikaları çerçevesinde Türkçeleştirilmiş yer isimleri mevzunu tekrar ülkenin siyasi gündemine getirdi.

Türkiye'de yer isimlerinin değiştirilmesi yüzyıl başında yürütülen millileştirme, asimilasyon ve ehlileştirme politikalarına dayanıyor. 1915'te Enver Paşa'nın savaş koşullarından istifade ederek yürürlüğe koyduğu iskan politikaları, Cumhuriyet tarihi boyunca yürütülecek yer isimleri değiştirilmesi sürecinin ilk adımını oluşturuyor. 1930'larda ve 1940'larda, bilhassa Halkevleri vasıtası ile “el altından” yürütülen bu asimilasyon pratiği, 1949 yılında yürürlüğe konulan İller İdaresi Kanunu ile yasal hüviyete kavuşuyor. Yer isimlerinin değiştirilmesi hususunda, ilk sistematik hamle ise 1957 yılında oluşturulan Ad Değiştirme İhtisas Kurulu ile atılıyor. Yer isimlerinin değiştirilmesi, sonraki otuz yıl boyunca “bir devlet projesi” olarak yürütülüyor.

İlk bakışta, yer isimlerinin değiştirilmesi, 'bir ulus tahayyül etmek' için, Cumhuriyet egemenlerinin yürürlüğe koyduğu bir mekansal hükümetleştirme girişimi olarak okunsa da, bunun ötesinde, yer isimleri değiştirilmesi pratiğini toplumsal hafızaya doğrudan bir müdahale girişimi olarak okumak gerekir. Mekan ve hafıza üzerinde uygulanan bu tahakküm pratiği, yeni bir ortodoks zaman-mekan siyasası/kurgusu ve buna bağlı olarak uysal öznellikler yaratmak için rejim tarafından yürütülmüştür. Bu bağlamda, yer isimlerinin değiştirilmesini, Güneş Dil Teorisi ve Türk Tarih Tezi'nin ardılı olan bir millileştirme pratiği olarak okumak gerekir. Türk etnosentrizmini hakim kılmak ve buna bağlı olarak Kürt etnisitesini inkar etmek için, Kürt dilinin yadsınmasında olduğu gibi, Kürtçe yer isimleri de değiştirilmiştir. Lakin, yer isimleri değiştirilmesi pratiğinin sadece Kürt coğrafyasında uygulanmadığının altını çizmek gerekir. Bu kültürel asimilasyon politikası, Kürt, Rum ve Laz kimliğinin tarihsel meşruiyetini kazımak için bilhassa Doğu'da ve Kuzey Doğu'de uygulansa da, tüm memleket sathına yayılmıştır. Türk etnosentrizmine aykırı olabilecek her türlü etnik kimliği, hakim zaman-mekan düzleminden eksiltmek için güdülen bu politika, modern milli devletin gündelik ortodoksisini hakim kılmak için, her türlü heterojen tarihselliği hedef alır.

Aynı zamanda, modernleştirme ve millileştirme projesinin gündelik hayata müdahalesinin boyutlarını ve nüfuz etmek istediği derinliği anlayabilmek için, bu pratiğin yorumlanması oldukça çarpıcı bir resmi ortaya koyar. Siyasi dinamiklerin değişmesi ile, bilhassa 1980 darbesi sonrasında , yeniden isimlendirilen mahalle, sokak, okul vb. mekanları bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Hatta, bu minvalde, memleketin dört bir yanındaki dağlara, tepelere işlenmiş “bölücülüğe mahal vermeyen” bayrak ve vatan ile ilgili tüm imgeler göz ardı edilmemelidir. Nitekim, ortodoks rejim, fethetme ya da sömürgeleştirme algısı ile, bilhassa gündelik kültürel hayatına nüfuz edilemeyen yerlerde hakim varlığını ve hükmetme potansiyelini ispat etmek için, bu imgeleri memleket sathına gergef gergef işlemiştir. Yer isimlerinin değiştirilmesinde birkaç mantığın içiçe geçmiş olduğunu söylemek hata olmaz sanıyorum. Yeni yer isimleri seçilirken, ismi değiştirilen mekandaki sosyo-kültürel ya da sosyo-ekonomik yapı ile ilintisi olmayan son derece ilgisiz isimlerin seçildiği durumlar olduğu gibi; yereldeki özgün hikayeyi bastırmak için seçilen [daha radikal asimilasyonist mantık içeren] isimler de mevcuttur. Bu ikinci durumu aydınlatmak için Alevi coğrafyasında verilen Şanlıosman ya da Kürt coğrafyasında verilen Başbuğ köy isimlerini zikretmek gerekir. Ortodoks zaman-mekan algısı oluşturmak ve yeni öznellikler [“makbul vatandaşlar”] yaratmak için uygulanan yer isimleri değiştirme politikasının gündelik hayata müdahalelerinin farkında olmak elzemdir. Kürt coğrafyasında, yüzyıllarca halkın, soy ve aşiret kütüklerinin yanında, mekansal olarak kendilerini tanımlamaları baz alınarak [ünlü Said Nursi örneği gibi; Said-i Kurdî Nurs köyündendir] mekan ve öznellikler arasında kurulan bağlantıya müdahale edildiği söylenebilir.

Kimlik/aidiyet taleplerinin siyasal alanda ve gündelik hayatta kritik öneme sahip olduğu bugünlerde, yer isimlerinin iadesi mevzunun, hükümetin “demokratik açılım”da samimiyetini ispat etmek için yapabileceği en anlamlı hamlelerden biri olarak önümüzde durduğunu, bilmem hatırlatmaya gerek var mı?

*Bu yazı, Kültürel Çoğulcu Gündem'de yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder