12 Eylül 2009 Cumartesi

piyasa, sanat ve gündelik muhalefet.

seksen sonrası, neoliberal dönemde sermaye ve kültür-sanat arasında oluşan yeni ilişki biçimlerini ayrıntısı ile anlatacak değilim. burada sadece birkaç noktaya değinmek istiyorum. malumunuz, 2010'da istanbul'un kültür başkenti olması hasebiyle 'hangi kültür, hangi sanat' soruları gündeme geldi. muhakkak, bu süreçte sermaye ve piyasa koşulları ile barışık olan, eksenini ortodoksilere göre belirleyen sanat kabul edilebilir oluyor. görmezden gelinen kültür fragmanları ve marjinalleştirilen sanat anlayışları/uğraşları bir yana; bu süreç bize temel olarak sanat-ve-kültürün metalaşması süreçlerini tekrar sorgulamamız gerektiğini hatırlattı. nitekim, yapısal kısıtlar ve çarpıklıklar sorgulanmazsa, şimdiye değin hakim anlayışlarla uzlaşı içerisinde olan sanatçılar/yazarlar bile birgün kendilerini bir köşede sıkışmış bulacaklar.

öncelikle uğraşılması gereken temel mesele: telif hakları ve patent. en temel kısıtların bu ikisi olduğunu iddia etmek akla uzak olmasa gerek, sanıyorum. nihayetinde bu kısıtlar ortadan kalkmadıkları sürece, sanatın piyasayalaşmasından ve kültür fragmanlarının metalaşmasından kaçınmak mümkün değil. neticede, bu iki kısıt kitabı-müziği-sinemayı üretilir, tüketilir ve kolayca pazarlanabilir hale getiriyor. bunun için de durmadan yeni endüstriler ve piyasalar boy gösteriyor.

bu konuda hakkıyla uğraş veren güzel insanlar var muhakkak. eğer merakınıza mucip olursa, şurdan burdan takip edin, http://anticopyrighttr.wordpress.com/.
hatta, bu minavlde -telif hakları ve patent meselesi- mücadele yürüten bir isveç partisi avrupa parlamentosu'nda temsil edilebilir olmuş. tekrar, merakınıza mucip olursa, http://thepirateparty.com/index.php/policy-overview.

ilgilenenler için, bu mesele neoklasik iktisat anlayışı içerisinde oldukça güçlü bir biçimde temellendirilir. telif hakları ve gerekliliği mevzu çeşitli savlarla meşrulaştırılır. bkz. free rider problem, copy right and negative externalities - gönlünüzce gugıllayıp meseleyi idrak edebilirsiniz. ama boşuna bana bakmayın, piyasa her zaman kendini haklı çıkarır, sonuçta neoklasik iktisat doktrini hakimiyetini fütursuzca kurdu bi kere.

korsan mevzuna dönersek. de certeau şöyle diyor, sermayeden çalıp çırpmak kapitalist sisteme karşı yürütülebilecek en güzel muhalefet biçimlerinden biridir. fransız düşünürün ünlü örneği ile, egemenlerin sahip olduğu bir işletmeyi-fabrikayı gece vakti kendi hesaplarına çalıştıran işçiler, aslında, onurlu bir direniş mücadelesi vermektedirler. meseleye nereden baktığınıza ve nerede durduğunuza göre durum değişecektir, fakat de certau'nun bu sözlerine ben katılıyorum. çünkü, malumunuz, madunlar ve mağdurlar iktidarla doğrudan mücadele edemezler. nitekim, açık mücadeleyi yürütecak silahları yoktur. zaten, sesleri de duymazdan gelinir. ellerinde toplar tüfekler olan iktidar sahipleri ile doğrudan yüzleşme madunları/mağdurları tüketebilir, kanlı sonuçlar ortaya çıkar. bkz. türkiye'de yetmişler seksenler ve sol hareketler. bu yüzden, muhalif olma halleri yeni çehreler kazanır. iktidarla baş edebilmek için yapıyormuş gibi yapma, sinsice hareket etme, çalıp çırpma, kaçakçılık yapma, aşırma gibi pratikler ortaya çıkar. bunlar, gündelik muhalefet biçimlerinin en farkedilebilir olanlarıdır. bu konuda popüler bir örnek isterseniz, 'v for vendetta'yı izlemenizi salık veririm.

yüzünde çamur ve kan. bir elinde karanfil, diğerinde taş. ben seni ancak kederli gözlerinden tanırım.

bu arada, resimler banksy'e ait. filistin-israil duvarını süsleyen güzel insan. murat menteş vesilesi ile tanıdım, mutlu oldum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder