her halini ifşa ediyorsun demişti, bi arkadaşım yıllar önce. bunu diyen arkadaşın, şikayeti neydi, yıllarca düşündüm. bunun da ötesinde, kamusallaştırdığım yüzlerimde samimi değil miyim, bunun hesabını kendime sordum. fakat yine de, hissettiklerimi yaşadıklarımı kamusallaştırmaktan çekinmiyorum. bundan mütevvellit, burada saha günlüklerinden kısa notlar aktaracağım. belki tez hazırlık dönemine de yardımı dokunur. her neyse gördüklerim uçup gitmesinler, burada zapturapt altında dursunlar.
ilk gün. şeyhmus diken ile görüşme fırsatım oldu. kendisi, diyarbakır tarihi üzerine uzman, bilhassa sözlü tarih. şimdilerde, araştırmalarının yanında, büyükşehir belediyesinde danışmanlık yapıyor. tez araştırmamda yardımcı olacak birkaç kitap ismi zikretti. biraz akademiden konuşma fırsatımız oldu. biraz onun hayatından. oğlunun ismini koyarken nüfus memurunun çıkardığı zorluktan. oğlu "dara." velev ki bir şikayet gelir, dava açılırsa diye, sorumluluğu üstüne alan bi kağıt imzalamış. sonra benim araştırmamın bağlamında birkaç kelam ettik. odasında, bir lahit benzeri taş vardı, ben 'musalla taşı' olarak okudum; egemenler tarafından tarihin çöplüğüne yollanmış, diyarbakır'ın eski isimleri yazılı. "diyarbekir/ dinkranegerd/amed/ omid/ amida"
akşam saatlerinde, zırhlı polis araçları sokakları kolaçan ederken, ulucami'nin karşısındaki hasanpaşa hanı'nda (?) kahve içip tütün sarıyordum. seyrüsefer eden gazeteler, radikal, taraf, günlük. raflardaki kitaplar, musa anter ve aziz nesin. bol bol ahmet kaya. sonra aşk dolu, barış dolu, kahır dolu bi sürü kürtçe şarkı/türkü. kardeş kardeşe bunu yapar mı, diyordu bi tanesinde. aynı topraklarda, aynı bayraklarla yaşayacaktık oysa.
ofis'te çanta dükkanı var. veysel. yirmibeş yaşında. ömrü hayatımda gördüğüm en mütevazi insanlardan biri. can'dı. çay içilir muhabbet edilir. ben asimilasyondan ve kürt mücadelesinden bahsederken, ilk önce biraz tedirgin, sonra sohbet doğal seyrinde.
dağkapı'da bir pansiyondayım, bu gece.