27 Aralık 2010 Pazartesi
60lar ve "red thread" üzerine
murat uyurkulak, anarşizm üzerine
23 Aralık 2010 Perşembe
her erkeğin kalbinde bir süperkahraman yatar!
the crisis of capitalism by harvey
21 Aralık 2010 Salı
paralar ve ulusal imgeler
12 Aralık 2010 Pazar
annelik ve kadın istihdamı üzerine
Jale Özgentürk'ün, Evde kalmış kızlar ekonomiyi batırır mı? yazısından alınmıştır.
Sanayi devrimi dönemi.Yani 17 ve 18'inci yüzyıllar. Olay yeri İngiltere. Büyük ekonomik ve siyasi sarsıntıların yaşandığı dönemde evlilikler de azalıyor, evlenemeyen kızların sayısı giderek artıyor. Konu büyük bir sorun haline gelince iktisatçılar ve felsefeciler tartışmaya başlıyor. Suçlu evlenmeyen kızlar oluyor. Çocuk doğuran kadın sayısı da azalınca nüfus dengesini giderek bozuyor. Bu durumun erkek işgücü eksikliğine neden olacağı, bunun da devletten çalmak anlamına geleceği savunuluyor.
Evde kalmış kızların tek çalışabileceği meslek ise tekstil oluyor. Tabii ki, kadın işgücünün piyasaya girmesiyle de ücretler aşırı düşüyor. Sorun o kadar büyük ki bu konuları içeren kitaplar bile yazılıyor. O dönemin felsefeci, ekonomistlerinden William Hayley, 1785'te yazdığı "Evde Kalmış Kızlar Üzerine Felsefi, Tarihi ve Ahlaki Bir Deneme" adlı kitabında evlenmemiş kızların yarattığı tahribatı anlatıyor.
Evde kalmış kız kelimesinin karşılığı İngilizce'de spinsiter, yani 'kız kurusu.' Öyle ki, bu kavram da o dönem The Spinsiter (Kız kurusu) adında çıkan bir gazeteden geliyor. 1673'te yayımlanan The Ladies Callin 'Kadınların Görevleri' adlı eserde ise şöyle deniyor: 'Evde kalmış kız hiç bir poetik öfke tanrıçasının aşamayacağı bir lanet. Doğadaki en baş belası yaratık.'
Sosyalist ya da kapitalist farketmiyor, kadının "anneliği" her dönem dünyaya hükmetmek isteyen devletler tarafından bir kahramanlık olarak sunuluyor. Annelik tabii ki kahramanlık. Hele de bu zor hayat koşullarında. Sorun bir 'üretim' sorunu değil, kadının eşit bir birey olarak varolma sorunu.
* Türkiye'de resmi işsizlik oranı yüzde 10.6. Kadın işsizlik oranı ise yüzde 12.
* 11 milyon kadın evde. İş gücü piyasasına kadınların katılım oranı yüzde 28'lerde.
* Türkiye anne-bebek ölüm oranının çok yüksek olduğu bir ülke. Beş çocuktan biri ise çalışmak zorunda.
* Çalışan kadının derdi ise daha büyük. Çünkü İşyerlerinde kreş yok. Ya da kreşe verecek para yok.
11 Aralık 2010 Cumartesi
hafıza üzerine
Foti Benlisoy'un, Ahmet Kaya'yı nasıl anmalı, yazısından alımıştır.
Yıldönümleri, anmalar hiçbir zaman masum ya da gayrisiyasi değildir. Anılan hadise ya da kişi ne kadar radikal olsa da onun hatırası her an ele geçirilip ehlileştirilmeye, konformizmin nesnesi haline getirilmeye açıktır.
İktidar her devirde geçmiş mücadelelerin izlerini ortadan kaldırmaya ya da o izleri yeniden anlamlandırarak onları ehlileştirmeye, normalleştirmeye çalışır. Unutturmak mümkün olmuyorsa, anı depolitize edilir, radikal içeriğinden arındırılır.
Depolitize edilen anı artık ezilenlerin yeni mücadeleleri için bir esin, geçmişteki bir umut kıvılcımı olmaktan çıkar. O artık üzerinde herkesin anlaştığı bir değerdir; ancak tam da herkesçe benimsendiği için değerini yitirmiştir.
Bir hadiseyi, bir kişiyi anmak, hatırlamak onu tekrar etmek değil, yeniden ve çok farklı koşullar altında yeniden oluşturmak, inşa etmektir. Dolayısıyla "geçmişle yüzleşmek" ya da geçmişi anmak, orada bir yerlerde durup bizi bekleyen bir hadisenin ya da figürün yeniden keşfedilmesi, pasifçe hatırlanması değil, onun bugünkü gerçeklik içerisinde yeniden tasarlanmasıdır. Hafıza bu anlamda aktiftir; hafızayla ilişkimiz, sanıldığının aksine, geçmişten çok gelecekle ilgilidir. İnsanlar ancak yeni bir gelecek tasarladıklarında hafızalarını tazeleme ihtiyacı hissederler. Bu anlamda tarihle yaşanan her yüzleşmenin, her hatırlamanın siyasi bir içeriği vardır.
Öyleyse bellek ihmal edilmemesi gereken bir mücadele alanıdır.
10 Aralık 2010 Cuma
weber üzerine notlar - ik
4 Aralık 2010 Cumartesi
kısa bir hikaye
hayattan düştükten sonra, kollarına vurduğu çentikleri gördüm ilkin,
jileti dilinin üzerinde oynatabilme kabiliyetini takdir ettim.
hayattan düşen diğer insanlar gibi "sen ne bilirsin" bakışı atmıyordu,
nitekim hayattan kabre düşmüş bir ölü kadar tevekkül sahibiydi.
son kertede, şefkatinden sual olunmaz ya, çok şefkatliydi.
uzun süre sonra karşılaştık; koştum elini öptüm, boynuna sarıldım.
"ağabey beni affet" dedim.
oysa o çoktan tabancasını çekip, kafama dayamıştı.
gözlerinde tereddüt yoktu, beynimin pekmezini akıtmaya hazırdı.
beni çok sevdiği için, beni öldürmesi gerekiyordu.
gözlerimden öptü, tek hamlede tetiği çekti.
ben artık şakacı bir ölüydüm.