16 Ocak 2010 Cumartesi

çağdaş bir sola doğru

Taraf Gazetesi | Türkiye’de çağdaş bir sola doğru

Önce ikinciden başlayalım: Marxist olmayan “sol”, zannederim Türkiye’den başka bir yerde yoktu! Ve zaten Türkiye’deki de “sol” değildi. Sosyal Demokrasi, kaynağını Marxizm’den alan bir düşüncedir, ve biliniyor ki II: Enternasyonal’in bölünmesi ile ortaya çıkan “Avrupai” diyebileceğimiz, “sosyal-demokrat sol”un fikir babalarının ana argümanı da gene Karl Marx’tır... Türkiye’de uzun yıllar yanlış bir tanımlama ile adına “sol” dediğimiz şey, 1970’li yılların cuntacıları, Mümtaz Soysal’lar, Doğan Avcıoğulları ve dahaları, aslında bugün ortaya çıkan Ergenekon tipi örgütlenmeler içinde, ordunun darbe yapması ile “devrim” yapacağını uman; ancak 3. Dünya ülkelerinde görülebilecek, “ulusal kurtuluş savaşları” söyleminin, devamından başka bir şey değillerdi ve bunu da zaten hiç saklamamışlardı. “Anti-emperyalizm” kılıfı, “ulusalcılıklarını” gizleyecek, iyi bir örtüydü, o kadar! 9 Mart Cuntası meselesi, henüz toplum hafızasından çıkacak kadar eskimedi! YÖN Dergisi etrafındaki kadronun kimler olduğunu, Uğur Mumcu Sakıncalı Piyade’de ironik olarak ne güzel anlatıyor? 12 Mart Darbesi ve faşizminin başbakanı Nihat Erim’in bile dahil olduğu bir sol hareket olabilir miydi? Ya da faşist cunta hükümetine başbakanlar veren (Ferit Melen’i de unutmayalım) bir sosyal demokrat parti? Ecevit’le olan da bence CHP’nin sola evrilmesi değildir. Zaten ne söylediği tam bir açıklıkla anlaşılamayan, hükümete her geldiğinde ülkenin başına hâlâ çözülemeyen sorunlar açmaktan başka bir şey de yapmayan rahmetlinin yapıp ettikleri, kâh “su kullananın, toprak işleyenin” gibi Mao’dan, kâh sağdan soldan toparladığı bir takım argümanlarla, parti içindeki hizip kavgasında galebe çalma gayretinden başka bir şey diye yorumlanmamalıydı. Bir başka ülkenin, bir kısmına asker çıkardı diye, mevcut hükümeti bozup, fatih edası ile seçim kazanmaya yönelmiş bir “sol” parti! Belki eski BAAS, belki bir miktar Saddam, belki hadi hadi Huari Bumedyen (Bin Bela bile değil)! Kaldı ki hem rahmetli hem de Mümtaz Hoca en sonunda Saddam’ı bile desteklemekten imtina etmiş değillerdi...

Bu, sol değildir! Önce bunun ortaya konması gerekir...

Ama ondan sonra ortaya konması gereken bir ikinci gerçek daha var ki; bu günlerde, hele bu günlerde, “Çağdaş bir sol” bina edecek ise Türkiye “sol”u, bu hesaplaşmayı yapmadan hiçbir yere gidemez! 1970’lerde ortaya çıkan “sol” hareketlerin çoğu da bu siyasi iklimin, ürünüdürler. Zamanın, sol “çizgi”lerinin, neleri savunduğunu, unutmayalım! 9 Mart Cuntası ilişkilerini göz ardı etmeyelim... Cuntaları şaşırıp da 12 Mart Cuntası gelince, “bizim çocuklar” zannedip, “ordu kılıcını vurdu” diye manşet atan “sol” gazeteleri gündemden düşürmeyelim. Ve hatta, Dr. Kıvılcımlı gibi, Türk Ordusu’nun, bütün Marxist literatürü yalanlayan, özgün ve ilerici bir ordu olduğunu ve ülkedeki bütün ilerlemeleri, ancak ordunun sağlayacağı türünden, “komünist” tarih tezleri ve teoriler üreten “komünist” bir önemli teorisyenin, varlığını da unutturmayalım. Mademki çağdaşlaşacağız, çuvaldızı kendimize batırmayı öğrenmekten başlayalım derim ben! Bu anlamda, 1970 hareketlerinin, bütün keskin sol söylemlerine karşın, ulusalcı nitelikli olduklarını hatırlıyorum. Sonradan mitoslaştırılan Deniz Gezmiş’te bunu açıkça hatırlarım ama THKP-C ekibini, şimdilik bu gruba sokmak istemem. Çünkü Mahir Çayan’ın yazıları, bir ev taşıması durumu nedeni ile şu anda elimin altında değil! Ama rahmetli Gezmiş’in YÖN Grubu ile hiç bağının olmadığını söylemenin çok zor olduğunu düşünüyorum. Bunun açık karineleri var!

Üçüncü handikap: Türk Solu’ndan mı bahsediyoruz? Türkiye Solu’ndan mı? Doğal olması gereken, “sol” konuşulacaksa, “Türkiye” solu olmamalı mıdır? Peki o zaman neden Bakû’den, ve 1922 TKP’sinden başlıyoruz? Çünkü, gene Avrupa’dan bakarak konuşacaksak, (madem ki “çağdaş”laşacağız, başka yerden bakmanın olanağı da yok ama) “Türkiye Solu” 1922’de Bakû’de başlamadı ki! 1908’de İştirakçi Hilmi ile de başlamadı, daha sonraları, Tramvay ve Tersane Grevleri ile de Halk İştirakiyyun Fırkası ile de başlamadı... Türkiye’de “sol”un sınıf bazında örgütlendiği ilk hareket, benim bildiğim, Selânik’te Benaroya’nın örgütlediği işçi hareketleridir ki enternasyonal ile de ilişkilidir. Dediğim gibi kitaplığım şu anda elimin altında olmadığı için, tarih veremiyorum... Tartışma gelişirse, onu da veririm... Ama çoğumuzun unuttuğu Osmanlı Sosyalist Fırkası’ndan da eski olduğu aklımda... Ardından, İstanbul ve İzmir’deki, Rum Sosyalist hareketleri gelir! İlk sosyalist merkez, İstanbul’dadır, ve yayın organının adı da “O Ergadis”dir (ırgatlar)... Rumca! İzmir’de yayımlanan bir başka sosyalist derginin adı, “O Sosyalizmos”tur... Başyazarı da Trabzonlu bir Rum öğretmendir... Yunanistan Komünist Partisi’nin yayın organı, “Rizospastis” de önce İstanbul’da yayınlanmıştı diyeceğim ama hafızam beni yanıltıyor mu diye endişeleniyorum. Yâni Türkiye Solu, Osmanlı azınlıkları içinde ortaya çıkmıştır! Benaroya Musevi, ötekiler Rum! Burada ilginç olan, “Türk Solu” ile bunların hiçbir ilişkilerinin, bugüne kadar ortaya konabilmiş olmamasıdır. Tam tersine, Ethem Nejat ile Teşkilât-ı Mahsusa’nın, Mustafa Suphi ile de Yusuf Akçura’nın ilişkileri kurulabilmektedir ama! Ve bilindiği gibi, ilk TKP’nin fikir babası Mirseyit Sultan Galiev’dir ki Bolşevik Partisi MK üyesidir ama, (tartışılması bir yana) açıkca Turancı’dır! O zaman neden Benaroya yok? Niçin “Türkiye Sosyalist Merkezi” ve

“O Ergadis” hiç konuşulmuyor? Gibi sorular yanıtını bulur demekten de açıkcası o geleneğin bir insanı olarak, korkuyorum... Ama açıkca sormak gerek: Neden Selânik ve Benaroya yok, bizim sol tarihimizde? Ve Ecevit var? Ve hâlâ da var üstelik? Çağdaşlık arayışımızda bile var? Ve ötekiler de yok! Hâlâ yok! Tarihe baktığım zaman, sanki de “Türk Solu”nun, “Türkiye Solu” ile ayrışmak üzere, başlangıcından gelen bir özel ulusçu gayreti var gibi geliyor bana! Yâni 70’leri eleştirirken, bunun kökenlerinin taa ilk TKP’nin kuruluşuna kadar gittiği gibi bir kuşku, içimi kemiriyor. Anti-emperyalizm ile ulusçuluk arasındaki ince çizgi, beynimi meşgul edip, duruyor. İşgal İstanbul’u, İzmir’in işgali! “O şartlarda örgütlenilince, ister istemez...” gibi savunmaları duyar gibiyim... Evet, tamam ama sol adına, 15’ler olayına rağmen, İttihatçılarla fikirsel olarak, uzun yıllar al takke ver külâh yaşandığı, o işgallere yol açan savaşa da İttihatçı hükümetin, Sivastopol’u bombardıman ederek kendisinin girdiği, hiç akla gelmiyor! Elbette önceki ve sonraki paylaşım hesaplarını biliyorum ama; gidip yanı başındaki bir “dev”in şehirlerini bombardıman ederek savaşı başlatan bu “mağduriyet”i anlamak, gerçekten çok zor! Ne yapacaktı emperyalizm? “Elinize sağlık, biz sizi mağdur etmeyelim, kalsın” mı diyecekti? Tabii ki gelip başkentinizi işgal edecek, topraklarınızı da paylaşacaktı... Bunu yargılamadan, “azınlık” sollarını, “Türkiye solu” dışına atmaktır, dikkati çekmeye çalıştığım şey! Ki başlangıç da oralardadır, ararsak...

Mademki çağdaşlaşılacak, buralardan başlanması gerekmez mi?

İttihat Terakki’nin genel merkez binasında yayınlanan, 2. Dünya Savaşı esnasında Hitler’i desteklemiş Cumhuriyet gazetesi, elli yıl “sol” diye anılacak; Selânik’te işçileri örgütleyip, 1. Enternasyonal’e de üye olmuş Benaroya ise hiç anılmayacak ve biz solu çağdaşlaştıracağız! Hangi bilgi birikiminin üzerine bina edilecek bu yeni anlayış?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder